11 Kasım 2010 Perşembe

Büyükleri Küçülten Kupa...

Başına hangi isim gelirse gelsin Türkiye Kupasını son yıllarda çekici yapan tek şey Fenerbahçe tarafından kazanılamaması. Sponsorluklar hakkında büyük Türk düşünürü Yıldırım Demirören'in "Sponsorları kaçırmayın.Ben cebimden nereye kadar para vereyim. Kulübü aldım zaten." sözünden sonra Ziraat Bankası'nın Türkiye Kupasına sponsor olması marka değeri açısından Ziraat Bankasına mı yarıyor yoksa Türkiye Kupasına mı bilemedim.

Sponsorluk aslında satış artırıcı bir faaliyettir.Fortis Bank ardından da Ziraat Bankası'nın bu kupaya sponsor olmasının ardından futbolun izleyici kitlesinden müşteri kapmak içindir. Mesele sosyal sorumluluk olsa kupaya isim hakkı için ödedikleri kadar faiz borcunu affederlerdi. Bu kupaya sponsor olunmasının sebebi futbol izleyicisini dolaylı yoldan bankaya çekmekten ibaret.

Peki bu sponsorluklara futbol açısından baktığımızda durum ne? Marka değeri mi artıyor? Daha iyi futbol mu oynanıyor? Tabi ki hayır. Sadece "büyük balık küçük balığı yutuyor" o kadar. Sponsora hoş görünmek adına takımlar gruplara atılıyor ve mucize bekleniyor. Statü değiştiğinden beri mucize bekleyen hayalperest var mı aramız da?

Mersin İdman Yurdu Beşiktaş'ı yenseydi gruplara kalacak ve mucize bu olacaktı. Para geldikçe olasılıklar azalıyor futbolda. Kırıkhanspor bir gol daha atsa tur atlayacak olsaydı futbolcular daha motive bir şekilde oynayacak ve belki de o golü bulacaklardı.

Bu kupa Tv'de çok maç yayınlansın, yukarı sadece büyük takımlar çıksın ve suni derbiler oynansın diye yapılıyor artık. Lüleburgazspor'un yarı finale kalıp kalmaması kimsenin umrunda değil.

Bu kupa aslında büyükleri küçüktüyor; farkında değiliz.

10 Kasım 2010 Çarşamba

İyi Futbolcu ve Yaşa Dışı Menajerlik

Hayatınızdaki basarı ya da başarısızlıkta önemli etkenlerde biri de ilkokuldaki ilk sıra arkadaşınızdır muhtemelen. Komşunun çocuğu ile kıyaslanmak nette pek bir hırs yaratmasa da yan yana oturan iki sıra arkadaşının birbirine etkisi çok daha fazladır. Birinin başarısı diğerini yukarı çektiği gibi başarısızlığı da başarılı olanı aşağı çekebilir.

Gereksiz gibi görünen girizgahı sınıf sırasından ülke geneline yararsak ülkelerin de birbirlerini etkiledikleri düşünülebilir. Var olunan coğrafyanın oluşturduğu komşuluk ilişkileri adı konulmamış rekabetleri etkiler ve o ülkeler için önemlidir.

Türk Futbolunun sıçrama tahtası Euro 96 ise; bunda Fatih Terim ve Rasim Kara kadar Bulgaristan'ın Amerika'da oynanan 94 Dünya Kupasında yarı final oynaması etkilidir. 2000'de Galatsaray'ın UEFA zaferini 2002'de Dünya 3.lüğü izlemiş, 2004'te Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonluğu ile 4 yıllık durağan süreç 2008'de Türkiye - Almanya maçı ile sona erdi.

Tüm bu karmaşık ilişkiler içinde futbolcularda birbirlerinden etkileniyor haliyle. Coğrafya açısında fakir sayılabilecek bir alanda yetişen Türk futbolcuları batıdaki komşuları kadar Avrupa'da temsil etmiyorlar ülkemizi. Doğudaki komşularımızın etkisi daha fazla hissettiriyor gün be gün.

Rijkaard'ın "zeki futbolcularla" oynamak istediğini dile getirmesi üzerinden fırtınalar estiren basınımıza mensup olanlara "iyi futbol iyi futbolcularla mı oynanır?" diye sorsak. Alay ediyoruz gibi yüzümüze bakarlar ve "e heralde" derler büyük ihtimaller."İyi futbolcu" olmanın kriterleri arasında zeki olmak muhakkak ki önemli bir yer tutuyordur ve Rijkaard'ın aslında aşağılama değil genelleme yaptığını anlamak için bir ip ucudur ancak "iyi futbolcu" kavramının "ahlak"ı içine aldığını unutmamak gerekir.

Kurallara aykırı menajerlik yapan futbolcuların aslında kapkaç yapan zihniyetten farkı yoktur. Bu futbolcuların aslında turiste şehir içinde "şehir dışı" taksimetre açan zihniyetten de farkı yoktur.Bunun kırmızı ışıkta geçen sürücüden, ayakta,tıklım tıkış yolcu taşıyan minibüsten de farkı yoktur. Bunlar bizim futbolcularımız ve bizim insanlarımız içinden çıkıyor. Böyle olması normal. Şansları yaver gitmeseydi bu gün ceza alan futbolcular futbolcu değil başka bir meslek yapacaklardı. İş takibi yapan milletvekili de olabilirdi, yedieminle anlaşmalı trafik polisi de.

Rijkaard'ın zeki futbolcularla oynamak istemesi ne kadar "masum" bir istekse, Keita'nın 5 metre uzağına düşen su bardağından dolayı kafasını göüzünü tutarak kendini yere atmamasını istemekte o kadar "masum".

Günün futbol düzeninde aktif rol oynayan yöneticilerin isimleri 20 sene önceki gazetelerde de geçiyorsa değişimden söz etmenin boş olduğu ortada. Değişenin düşünce yapısı değil ambalaj olduğu bu gün yazılanlar ile Tigana'nın, Gerets'in, Toschack'ın giderken yazılanların aynı olmasından belli değil mi?

Mustafa Denizli’ye kimse gidip İran günlerini bir kitapta toplamak için teklifte bulundu mu bilinmez ama bize çok yabancı gelecek, ağzımı beş karış açık bırakacak şeylerle karşılaşacağımızı sanmıyorum. Orada normal olan burada da normal. Onlar bizi ne kadar etkiliyorsa; biz onları o kadar etkiliyoruz ve hayata bireysel bakış olarak çok farklı değiliz. Akdeniz ülkeleri ile benzerliğimiz zaten ortada. Azeriler “bir millet iki devlet” (yersen), Gürcüler, “Şota bizden zaten”, Irak “mezepotamya çocuklarıyız” vs.vs.

“Zeki futbolcu” dedi Rijkaard ama eksik biliyor. “Şark kurnazı” bazı oyuncularımız ve futbolumuzda önemli yer tutyorlar.

9 Kasım 2010 Salı

Hagi'nin Kaan Dobra'sı...

Sol ayağındaki sihrin, elindeki değneğe geçmediği pek çok eski futbolcu/yeni teknik adamdan biri Hagi. Yeşil çimin üstünde, ceza alanını çevreleyen çizgilerin içinde yaptıkları ile yedek kulübesini çevreleyen çizgilerin içinde yaptıkları arasında ki makasın devasa olduğu bir garip teknik adam.
Türk futbol takımlarının hoca değiştikten sonraki iki haftada istemsiz baş kaldırışları sonra sıra ligin tartışmasız en iyi futbol takımana gelince -ki her ne kadar kontra atak oynasalarda!!!!!- sihrin etkisi Karadenizde kayboldu.

Maç vaadettiğinin altında seyrederken kulağıma çalınan bir çift spiker sözü gözlerimin açılmasına, algımın yerine gelmesine sebep oldu. "Hagi'nin teknik direktörlüğü Lucescu'dan esintiler sergiliyor" mealinde birşeydi.

Günün en güzel iki blog yazısı Ekşi Beşiktaş'ta Gürcan Ulusoy tarafından kaleme alınmış. Yazıları buradan ya da şuradan okuyabilirsiniz. Yazılardan biri Lucescu'nun ne olduğunu anlatıyor bize. Sürekli "kadro kalitesinden" bahsedenin aslında kendi "kalitelerinin" takımlarını etkilediğini gerçeğini sözler önüne seriyor. Aslına bakıldığında Lucescu yazısını iki kelime özetleyebilirdi Gürcan. "Kaan Dobra"

Kaan Dobra uğruna şiir yazılmış bir futbolcu Umut Sarıkaya tarafından. Bu şiiri okuduğumda kadro kalitesinin aslında bir yerden sonra laf-ı güzaf olduğunu bir kez daha hatırladım.
"kaan dobra'nın takıma yeni geldiği günlerdi aşkım
off ne alakası var şimdi deyip
dinlememezlik etme,
dinle bi kere.
kaan dobra takıma yeni gelmişti.
yalan söylemiyim sanırım antep maçıydı.
maç neredeyse bitmiş.skor kesindi.

hoca
maçın 89. dakikasında oyuna aldı kaan'ı sahada herkes çok yorgundu.
bi tek kaan, civelek gibi koşuyordu sağa sola.
ben de dahil herkes güler gibi bakıyordu kaan'a.

aa kerize bak aa enerjike bak diye.

ama hoca beğendi kaan'ın performansını

diğer maçta daha çok yer verdi.
bir diğer maçta daha bi çok.
ve bugün kaan dobra, kaan dobraysa
o 89. dakika yüzündendir.

şimdi gelelim sadede.

ben de ilişkimizi kurtarmak için
89. dakikada oyuna girmiş bir oyuncu gibi

koşuyorum, çırpınıyorum.
gör performansımı diye.
sev beni diye..."

İşte durum budur. "Defansif futbol oynatıyor"culara sormak lazım defans nedir? Defans ne için yapılır? Kim istemez takımının her maç gelene 5 gidene 6 atmasını? Dünya üzerinde bunu sürdürebilen takım sayısı yok denecek kadar az. Her ne kadar red etsek de futbol bir "iş". Dinamikleri farklı, yapısı farklı, alıcısı, satıcısı farklı ama futbol bir "iş".

Rijkaard bu "işi" kıvıramadığı için gitti. Günün küçük hesapları içinde harcandı gitti ve yerine gelen Hagi'ye "hadi yap" dediler.

Rijkaard bir manav çırağıydı. Domatesi, salatalığı çürüktü,bozuktu,pahalıydı istenen satışı yapamayınca manavın sahibi onu gönderdi ve yerine Hagi'ye sen sat dedi. Hagi çürük domatesleri geri aldı, diri sağlamları öne koydu ve Rijkaard'a göre bir iki kilo fazla sattı. Peki Lucescu ne yapardı?

Lucescu, domatesleri ayıklar, çürükleri ayıklar, onlardan salata yapar satardı.Meyveleri kilo ile satmaktansa meyve tabağı yapardı. Elindekinden şikayet etmek işin en kolayı.

Rijkaard'ın, Schuster'in en büyük sorunu her ne kadar büyük futbol adamları olsalarda da "anlamak". Kim ne derse desin bizim futbolcularımızın eksikliği başka türlü kapanmaz. Futbolcusunu anlamak konusunda gerekli eğilimi göstermeyen teknik adamların Türk futbolcusunun eksik olduğunu acı şekilde öğrendiği örneklerle dolu gazete arşivleri.

Lucescu'yu Türkiye'de başarılı kılan doğup büyüdüğü coğrafyanın da istikrarsız ve profesyonellikten uzak olması. Hagi'nin de aynı coğrafyadan geldiği üzerine fikir çürütülebilir ancak Hagi'nin salt teknik direktörlük meziyetleri Lucescu'nun yanında çok hafif kalıyor. Galatasaray'daki kıpırdanmanın tek sebebi de futbolcuları "anlamaya çalışması.

Ne yazık ki Türk futbolcusu maksimum verim vermez, teknik adamlar Türk futbolcualrdan maksimum verim alır.

Peki Schuster ve Rijkaard gibilerin kaderi mi olacak Türkiye'de başarısızlık? Hiç sanmıyorum ve en az 5 sene takımın başında kalması durumunda ve "başkanın hediyelerini" -şömineye asılmış çorapta noel babanın bırakacağı hediyeyi bekleyen çocuk gibi beklemez, kendi elindeki hamur ile oynarsa başarı gelir.

Mesele aslında başlıkta gizlidir. Lucescu olmak için Kaan Dobra'yı şiirlere konu edebilmek gerekir. Kaan Dobra olabilmek için 89. dakikada bile işini düzgün yapmak, sözleşme zamanlarında değil her zaman profesyonel olmak gerekir.