23 Temmuz 2010 Cuma

TSL'nin Ülkeyi Temsil Kabiliyeti ve Trakya Futbolu


İş yerindeki bilgisayarımın masaüstündeki "blog" klasörüne depoluyorum beğendiğim ve yazmayı düşündüğüm konuları. Uzun süredir illerimizin mali ve demografik verilerini içeren bir excel dosyası yazıya dökülmeyi bekliyordu. Dün gezinirken Rakamla 10 blogunda şu postu gördüm. TSL katılımcılarının Türkiye haritası üzerindeki dağılımını gösteriyordu.

Bir süredir unutulmuş excelimi açtım ve bir göz attım. Öncelikle söylemek gerekir ki ligteki takım sayısı 18 oldukça ve 3 büyükler birleşmedikçe bu ülkenin il bazında futbolun en üst klasmanında temsil oranı %19'u geçmeyecektir. Hesap basit ve ortada. 81 takımlı bir ligimiz olamayacağına göre bu temsil kabiliyeti ne şekilde artar diye düşünmeden edemiyor insan.

2010-2011 sezonu ile 53. kez start alacak ligde 67 farklı takım futbolun en üst düzeyinde mücadele hakkını elde etti. Bu 67 takımların bulunduğu şehir sayısı ise sadece 36. Yani Türkiye'nin futbol ortamında illerin 53 yılda temsil oranı %44'te kalmış.

TSL'e birden fazla takımla temsil edilen takım sayısı 6. 16 farklı takım İstanbulu temsil ederken, Ankara 9, İzmir 6, Adana, Kayseri ve Trabzon illeri ise 2 farklı takım ile Süper Lig'te yer aldı.

En yüksek nüfusa sahip ilk 10 il içinde yer alan Mersin 1983 yılından bugüne kadar Süper Lige uğramadı.İlk 10 içindeki bir başka il olan Adana'nın 2 iki ekibinden Adanaspor 2004 yılından beri Süper Lig hayalleri kurarken, Adana Demirspor 1995 yılda Süper Lig sahnesinden ayrılmış.

Gaysi Safi Milli Hasıla ismi gibi kudretli bir veri ve bize ekonomik anlamda anlattığı şeylerden o il için anlamlı bilgilere ulaşmak hiçte zor değil. Üretim anlamında Türkiye'nin lokomotifi sayılabilecek 10 ile baktığımızda ise Mersin yine listede yer alırken Süper Lig'te ki anıları henüz zaten olan Kocaelispor'a evsahipliği yapan İzmit ülkenin en çok üretim yapan 5. şehri olmasına karşın uzun bir süre Süper Lige takım gönderemeyecek gibi görünüyor. GSMH sıralamasında ilk ondaki şehirleri 11 takım temsil ediyor Süper Ligde. Bu aslında paranın doğru kullanıldığında futbol anlamında ortaya konulabilecek iyi şeyler olduğunu da gösteriyor bize.

Meseleyi nüfus ve ekonomi ekseninden çocukken yaşadığım ve futbol aşkını içine damıttığım Trakya düzlüklerine getirmek istiyorum. Tamamıyla Galatasaray sevgisi ile dolu olan bir takım amcaların bu sevgisini nakşederek renklerini ve armasını belirlediği Çorluspor maçları, pazar günlerinin en zevkli saatlerini yaşattı bana futbolu öğrenirken. Hala varlığını sürdüren ancak eski çekiciliği olmayan amigo "Didi"'nin ardında ses tellerimi harap ederken rakip takımın Beşiktaş olması durumunda nasıl bir ruh halinde olacağımı düşünürdüm. O hayalim statü olarak farklı olan Federasyon Kupasında gerçekleşti. Çorluspor klasman olarak Tekirdağ Süper Amatör liginde. Yani stada gidip maç izleyen yeni taraftarların benim gibi hayalleri varsa fazla umuda kapılmasınlar.

Büyüğümüz yere İstanbul'un yakın olması tuttuğumuz takımın maçlarını yerinde izleme konusunda bize avantaj sağlıyordu. Ancak İzmir'de oynanan büyük maçlara 300-400 km mesafeden gelen taraftarla yapılan röportajlar hep ilgimi çekiyordu. Trakya içinde tuttuğum takımı izlemek için gidebileceğim tek bir stad bile yoktu. Ta ki Dardaneli önüne katan Çanakkale temsilcisi Süper Lige çıkana kadar. Benim lise 1'e başladığım sene Çanakkale Dardanelspor da 1. lige çıktı. İstanbul, Çanakkaleye göre daha yakın olduğu için maçları izlemek için İstanbul yolu tutmaya devam ediyorduk ancak,Edirne'den Kırklareli'den bir çok otobüs tuttuğu takımı görmek için yanıp tutuşan taraftarla dolup taşıyordu. Bu otobüs seferleri ancak 3 szon sürebildi ve Trakya'nın futbol efsanesi bir alt klasmana düştü.

Trakya, sadece 4 ilden oluşmasına rağmen sanayi ve tarım anlamında lokomotif bölgelerden biri. Belki İstanbul'a yakın olmayan bir destinasyon olsa ve insanlar aradıklarını İstanbul'da buldukları için yüksek hayat standardı isteklerinden vazgemeselerdi futbol anlamında da bir yerlere gelebilirdi.

Simon Kuper, Futbolun Şifreleri kitabından "göç alan" şehirlerin futboldaki başarısını araştırırken Trakya'yı da incelemesine dahil etseydi bu kadar kesin kalem oynatamazdı bu konu hakkında. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve Çanakkale sanayinin gerektirdiği iş gücünü karşılamak adına kontrolsüz olarak göç almaya başladı ve İstanbula en yakın yerleşim olan Tekirdağ sadece yazlıkları ile değil sanayisi ile de nüfus patlaması yaşadı. Ama gelenlerin ve eskilerin Tekirdağ futbolu üstüne pek kafa patlatmadıkları profesyonel liglerde hiç bir Tekirdağ takımının olmamasından belli oluyor.

İlçesi Lüleburgaz'ın gölgesinde kalan Kırklarelispor bu sezon TFF 3. Lig'te yer alacak ve adını daha önce Federasyon Kupasından Beşiktaş'ı eleyerek duyuran Lüleburgazspor ile 2. ligin yolunu arayacak. Aralarındaki mesafenin kısalığına bakılmadan farklı gruplara konumlandırılan takımlar için deplasmanlar çok zorlu geçecek. Trakya temsilcileri Batman'dan Sivas'a pek çok uzak mesafeyi kat etmek zorunda kalacak. Mali açıdan gerekli kaynak aktarılmazsa alt klasmanlarda oynayacak takım bulmak zorlaşacak gibi bir his var içimde. Belki de amaç budur. İngilteredeki gibi tek grupta oynanacak alt ligler.

1995 yılında Süper Lig hayalleri kuran Edirnespor ise şimdi 3. Lige çıkarsa deplasmanlara gidebilme hesabı yapıyor.2010 sezonunda Edirne Süper Amatör ligte mücadele edecek olan takımın geçmişinde Muhammed Altıntaş, Semih Yuvakuran, Ali Asım Balkaya ve Zafer Biryol gibi oyuncular bulunuyor.

Keşanspor ise Edirne ilinin en başarılı 2. takımı olarak görünse de başarıdan kast edilenin 3. olduğunu belirtmek gerekir.

Trakya'nın bu 4 ili sosyal ve ekonomik olarak her ne kadar ortalamanın üstünde de olsa futbol söz konusu olduğunda yapılarının bir hiç olduğu ortada. Toprak olarak Avrupa'da , futbol kafası olarak ise nerede oldukları belli olmayan bu şehirlerin Süper Ligte mücadele edeceği günü görebilecek miyiz acaba?

A2 ligi yerine Süper Ligteki takım sayısının artırılması ile ilgili de bir şeyler karalamak istiyordum ama okuyanları sıkmaktan korkuyorum. Yazıyı buraya kadar okuyan herkese sabrından dolayı teşekkür etmem gerekiyor sanırım.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

TSL Sakata Gelenler

Mevcut federasyonun icraatlarını her ne kadar beğenmesem de hatta şiddetle karşı çıksam da, güzel yaptıklarını da alkışlamak gerekiyor. Ambalaj iyi olunca içindekinin pek önemi kalmıyor ya web sitesi de TFF'nin ambalajı. Bu sitenin arşiv ve istatistik bölümü ise oldukça ayrıntılı ve doyurucu.

Biraz istatistiklere meraklı olduğumdan, biraz da can sıkıntısından TSL'de sakatlıktan dolayı yapılan oyuncu değişiklilerine göz attım biraz.

Geçtiğimiz sezon 108 futbolcu sakatlıktan dolayı sahada yerini bir başka arkadaşına bırakmış. Bunlar sadece saha içinde yaşanan sakatlıklar, antrenmanlarda, evde, banyoda vs. yerlerdeki sakatlıklar dahil değil bu rakama. Tüm maçları izlemesem de ilk yarının son maçında Bursaspor'a karşı Rüştü ve Ferrari'yi kaybeden Beşiktaş'ın galip götürdüğü maçtan yenik ayrılması belki de şampiyonun belirleyicisiydi. İşte bu kadar önemli sakatlıklar aslında.

İBB, Eskişehir ve Sivasspor 10'un üzerinde futbolcuyu maç esnasında sakatlığa kurban vermiş. Bu kulüplerin kalibrelerinin altı kalarak sezonu istenen yerde bitirememelerinin bir sebebi de işte bu sakatlıklar sonrası yeterli kadro derinliğinin sağlanamaması.

Saha içine elinde çanta ile koşan kulüp görevlisinin sihirli spreyine olumlu cevap vermeyen adelenin değişiklik işaretine sebep olduğu durumlarda teknik adamların oyun stratejisini belirlemek ya da yeniden şekillendirmek için çok az zamanı oluyor. Bir futbolcuya bağlı sistemin en büyük hasarı belki de sakatlıklar.

5 büyükler arasında en fazla maç sakatlığı yaşan ekip 9 sakatlık ile Fenerbahçe. Beşiktaş ve Galatasaray ise 5'er kere sakatlıktan dolayı oyuncu değiştirmek zorunda kalmış. Trabzonspor, küme düşürülen ankaraspor'u saymazsak 2 sakatlık ile maç içinde en az sakarlık sorunu yaşan takım.

Şampiyon Bursaspor ise hiç bir oyuncu değişiklik hakkını sakatlık için kullanmamış. Sıfır sakatlık noktasında Bursasporlu futbolcuların fiziksel gücünün şampiyonlukla ilintisi nedir araştırmak gerekir.

İBB - Galatasaray ve Kasımpaşa - Galatasaray karşılaşmaları 3'er sakat vermesi ile ligin en çok maç içi sakatlığının yaşandığı karşılaşmalar.

Diyarbakırspor'lu Erdinç Yavuz ve Kasımpaşa'lı Koray Avcı 3'er kez sakatlanarak takımlarını en fazla yalnız isimler.

Şener Aşkaroğlu ise hem Diyarbakır hem de Manisaspor formaları ile maç içinde sakatlık geçirerek birden fazla forma ile maç tamamlayamayan tek oyuncu.

Sezon başı hazırlık kamplarının, sezon başı hazırlık kamplarının yoğun bu gibi dönemlerde ne kadar öenmli olduğu anlatılır sürekli. Kimileri kamp yapılan yer üzerinden, kimileri de hazırlık maçı oynanan küçük takımlar üzerinden bu kampları eleştriyor şimdi ancak önemli olan kampın nerede yapıldığı değil futbolcu sağlığının futbolcu performansına optimum şekilde katkı yapmasını sağlamak.

Futbolcuların, profesyonelliği sözleşme dönemlerinde hatırlayıp, bilimsellikten uzak bir hayat süremesi sorunun sadece başlangıcı.


17 Temmuz 2010 Cumartesi

Beşiktaş'a House M.D. Gerek...

Hastalıklar çeşitlidir ve bir hastalığa tutulduğunuzda teşhis doğru değilse tedavi öldürücü olabilir. Bunun televizyondaki draması House M.D. dizinde oldukça etkileyici bir şekilde gözler önüne serilirken gazetelerdeki Beşiktaş özneli manşetler bir kaçı dışında hepsi tehşisin ıskanlandığını gösteriyor.

Vikıngur maçı sonrası atılan tüm başlıkları "şampiyon" parantezine alıp başlıkları sadeştirirsek ortaya çıkan manzara "sıvanan paçanın" yerinin dereyi görmekle alakasız olduğunu söyleyebiliriz. Biz profesyonel hakemlik tartışmalarına geç başlamışken, futbolculuğun işten sonra ter atmaktan öteye gitmediği bir ülkenin takımıyla Avrupa Ligi ön eleme maçı oynayan Beşiktaş gerçekten muhteşem mi?

Küçükken, babasını yediği dayaktan sonra bir oyuncakla affeden çocuklarla doluydu stad. Sağ duyulu olmaktan uzaklaşmayan ancak başına gelmiş felaketi tümüyle kabullenip mevcut durumdan zevk almaya çalışan aklı selimleri bir kenara koyduktan sonra ortaya çıkan manzara karşısında hayrete düşmemek elde değil. Kim ne derse desin Sayın Yıldırım Demirören taraftarını dövdürmüş bir başkandır. Tarih onu her ne kadar Querasma transferi ile hatırlayacak olsa da beyin hücrelerinin en ücra köşelerinde siyah takım elbiseli abilerden dayak yemiş olmanın etkileri bazen bir karabasan gibi rüyalarda bizi yakalayacak ve uyandığımıza sevineceğiz.

Vikıngur maçı özelinde Beşiktaş'ı analiz etmek zor. İştahlı ve arzulu bir takım görüntüsünün ardında yatan rakibin aslında rakip olmaması. Böylesi bir rakip karşısında bile 2 pozisyon vermek rahatlığın sonucu. Ancak Beşiktaş'tan bu oyun aksiyonunu ve Q7'den bu çalımları her maç beklemek mantıksız.

Beşiktaş'ın en güvenli yerinin kalesi olduğu ortada. 3 kaleci ile 10 senelik bir rezerv var yedek kulübesinde. O yüzden kısa geçilmesi gereken bir analiz olmaktan ileri gitmiyor.

Defansif anlamda geçen sezonu baz almak bu sezon için imkansız çünkü geçen senenin ürkek ve geri yaslanma konusunda "master" yapmış savunması bu sezon orta çizgiye daha yakın oynayacak gibi görünüyor. Guti dahil 13 olan yabancı futbolcudan 3 tanesinin bu mevkide olması en az birinin gönderileceğine işaret. Ve böyle bir durumda 2 yabancı bir yerli stoper ile sezonu geçirmek isteyecek Beşiktaş. Gönderilecek yabancı sürekli Zapo olarak zikredilse de Ferrari'nin Vikıngur maçında kadroda olmaması gazeteleri harekete geçirmiş bile. Bek pozisyonları için İsmail, İbrahim Üzülmez, Devşirme Ekrem Dağ, sakat Rıdvan ve yarım bek Toroman önplana çıkıyor. İdeal defans hattı için herkesin görüşleri olsa da, soldan sağa doğru İsmail - Sivok - Ferrari - Toroman büyük çoğunluğun defans hattı.

Fabian Ernst defansın önündeki 2'liden biri olacak gibi görünüyor. Vikıngur maçında Shuster'in Ernst'in yanında görev verdiği Delgado bizim pek göremediğimiz yaratıcı özelliklerini o alanda kullanmaya kalkarsa Beşiktaş başına iş alabilir. O bölgenin adamı Guti olarak konuşulsa da Fink ve Necip'te formaya göz kırpıyor. Tüm Beşiktaşlıların kalbinden geçen ise Ernst - Necip ikilisi.Bu 6'lı formasyonun önünde yer alacak 3 futbolcu Beşiktaş'ın geçen sezon beceremediği ofansif gereklileri yeri getirmekle yükümlü. Özellikle beklerin bu sezon oyuna ne kadar katılacakları da bu üçlünün yapacaklarının belirleyicisi. Q7'nin sağda başlayıp solda, solda başlayıp sağda bitiriceği çok maç izleyeceğimiz için Nihat - Q7 kanatlarda yer alacak demek daha doğru olur. Dinamik ve mobil bir kanat organizasyonu Beşiktaş'ın ihtiyacı olan şey. Geçtiğimiz sezon kanatları bağlanmış Kartal'ın uçamadığı çok maç gördük. Bu ikilinin ortasında oynayacak 10,5 numara ise Guti, Delgado, Tabata üçlüsünden biri olacak gibi görünüyor. Tabata, "bonservis bedeli Q7'den fazla olanlar kulübünün" üyesi kontenjanından burada yer alacak. Özellik olarak değil sürekli bonservis olarak değerlendirdiğimiz bir oyuncudan öte gitmesi konusunda her zaman desteklediğim bir oyuncu olmasına rağmen altında ezildiği bonservisini aklından çıkarırsa yararlı olabilir ancak Guti, Ibiza'dan İstanbul'a bilet bulabilirse yedek kulübesinin en yaratıcı oyuncusu olarak devre aralarında topla yapacağı fantastik hareketler ile tribündeki taraftarları etkileyebilir. Delgado ise bu bölgenin en zayıf halkası. Ben çok top kaybeden oyuncu liginin üst sıralarını zorlamakta hiç bir zaman sıkıntı yaşamasa da yapabileceklerini bilenler için hep denizdeki kayıp hazine olacak.

Beşiktaş'ta asıl incelenmesi ve tehşis konulması gereken mevki ise forvet hattı. Sezona bu kadar yatırımla giren yönetimin Shuster ve ekibine 1,5 forvet ile sezon geçirtmemeleri gerekir. Batuhan'ı gönderdikleri gün Beşiktaş'ın en potansiyelli futbolcusunu göndermiş oldular ve Vikıngur maçı neyi ne kadar gösterir orası tartışmalı olsada gösterdi ki Boba ve MertCan ile Beşiktaş'ın işi zor. Özellikle Bobo yönetimin satıp para kazanmak istediği bir isim ancak yabancı denklemi içinde yeri ne olur bilemiyoruz. Eğer bu denklemin dışında kalırsa MertCan forvet hattının tek hakimi olacak. Bu hakimiyet Beşiktaş adına maçlarda sıkıntı yaratacak türden.

Q7'ye tam not veren futbol ulemaları MertCan'a kaç verdiler, kanaat mı kullandılar merak ediyorum. Beşiktaş'ın en ihtiyacı olan şey MertCan'a ilk 11 yüzü göstermeyecek bir forvet oyuncusu. Guti transferi ile orta alanı kısa vadede çözen yönetim, Raul ile de 1 sezonluk bir yara sarma operasyonu mu yapacak yoksa gerçekten uzun vadede Beşiktaş'ın forvet sorununu çözecek hepimiz göreceğiz.

Çocuğuna aldığı bir hediye ile herkesi kendine hayran bırakan Sayın Demirören'in bu hakkını Raul'dan yana kullanmak isteyeceği kesin ama bakalım aklı selim birileri çıkıp faydalı ömrü 1 seneyi geçmeyecek bu transfere dur diyebilecek mi? Guti transferi Yusuf transferinden faydalı olacak mı? Bir hazırlık maçının düşündürdükleri bunlar. Bakalım işin içine 10 yabancılı bilinmeyen denklem girince kadro nasıl şekillenecek? Geçen sene 8. haftadan sonra uğradığı dumuru unutmuş boyalı basın neler yazacak daha?

16 Temmuz 2010 Cuma

Katalonya'dan Yarı Final Manzaraları...

Pclionfc'de Uğur ve Mustafa tarafından gerçekleştirilen projeye küçük bir katkıda benden olsun istedim. Bu haftaki BlogFutbol'da bir kısmından bahsetmiştim. Katalonya'da yani Barselona'da yaşadığım yarı final deneyiminin daha yarıntılısını Pclionfc Blog için yazdım. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz.


Uğur'a buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. Keyifle okumanız dileği ile.

13 Temmuz 2010 Salı

[ALINTI] Hollanda Beni Korkutuyorsun - Simon Kuper

Takımını finalde görmenin nasıl bir şey olduğunu merak eden varsa anlatabilirim. Biletimi alıp muhteşem Cape Town'da, okyanusun hemen kıyısındaki tribünlerde oturdum ve sevgili Hollanda'mın Uruguay'ı üç golle devirmesini seyrettim. Dehşete düşmüştüm. Bütün maç boyunca o kadar gergindim ki, maçın bir an önce bitmesini dileyip durdum. Yeniden bir taraftar haline gelmiştim ve bu berbat bir şeydi.

O ana kadar bütün Dünya Kupası'nı tam bir gazeteci olarak geçirmiştim. Hayat evden ofise, ofisten eve gidip gelmek gibiydi. Yani yorgun uyanılır, bir makale yazılır, ardından stadyuma giden "medya otobüsüne" atlanır, "stadyum medya merkezi"nde saatler harcanır, gündüz erken saatlerde oynanan maçtan bazı bölümler izlenir, 1957'den beri açık bir İngiliz yatılı okulundan gelen kantin yemeği yenir, sonra da Paraguay - Japonya maçı gibi bir maçta (0-0 bitti, Paraguay penaltılarla tur atladı) "medya tribününde" soğuktan donulur. Hayatta kalınırsa, yeniden medya otobüsüne atlayıp otelin yolu tutulur (öyle beş yıldızlı bir otel olmadığını da ekleyeyim).

Dışarıda ellerinde vuvuzelalarıyla taraftarların dolaştığını duyuyordum ama ben profesyonel bir iş icabı oradaydım. Zaten Hollanda'yı da salı günkü yarı finalden önce canlı olarak ancak bir defa izlemiştim. Danimarka'yla oynuyorlardı. Kazandılar ama zaferleri standart ve sıkıcıydı.

İngiltere elenip gidince acılar içindeki İngiliz arkadaşlarımla biraz muhabbet ettim. Ama onların nasıl hissettiğini ancak şimdi anlayabiliyorum. Ben Hollandalı değilim ama çocukluğumda on yıl boyunca Hollanda'da yaşadım ve o günden peri Portakallar'ı desteklerim. Milli takımınızı Dünya Kupası'nda seyretmek, çakacağından emin olduğunuz bir sınavda çocuğunuzu izlemek gibidir. Futbolcularınızı o kadar iyi tanırsınız ki, onlara inanmak zorlaşır. Herhangi bir Hollanda taraftarına göre, Khalid Boulahrouz, Chelsea'de yedek oturan, sonra Sevilla'da yedek oturan, en nihayet şimdi de Stuttgart'ta yedek oturan bir adamdır. Bazı yabancılar Gio van Bronckhorst'u Hollanda Kaptanı olarak görebilir ama Hollandalılar, onu mütemadiyen başarısız Feyenoord Rotterdam'ın yaşlı ve rakibini kaçırıp duran sol beki olarak tanır. Arjen Robben bile -sahadaysa- Hollandalılar açısından büyük maçlarda asla iş yapmayan biridir. Beri yandan, yarı final maçında Uruguaylı Diego Forlan ne zaman topu ayağına alsa bana daha iyi bir evrenden gelen, gizemli bir yenilmez güç gibi görünüyordu.

Hayatın Hollandalı taraftarlar için endişeyle yüklü olmasının sebebi Hollanda'nın -aslında neredeyse bütün takımların- başarısızlıklarla dolu tarihidir. İşin sonunda bir şeyler hep ters gider. Uruguay maçını izlerken aklımdan tüm bir Hollanda futbol tarihi gelip geçti. 1974'teki Batı Almanya - Hollanda, 1978'deki Arjantin - Hollanda, 1998'deki Brezilya - Hollanda, 2008'deki Rusya - Hollanda ve daha birçok maçtan sahneler hatırladım

Ama yine de bir şekilde finale geldik. Orada bulunmayı umuyorum. Çünkü bu muhtemelen ben tribündeyken takımımın oynadığı tek Dünya Kupası finali olacak. Korkunç bir şey bu.

Newsweek Türkiye (Sayı : 90)

11 Temmuz 2010 Pazar

En İyi 3. Almanya.

Dünya Kupası maçlarının en iddasız olanıdır 3.'lük maçları. Aklının yarısı tatilde oyuncuların rahat oyunları izleyenleri gole doyurur. Son 3 kupadaki 3. lük maçlarında kazanan takımın 3 gol atması da ilginç bir tesadüf.

Turnuvanın yıldızı Müller'in oynamadığı maçta İspanya'ya tek golle boyun eğen Almanlar Dünya Kupaları tarihinde bir ilki başardılar ve ard arda ikinci kez 3. oldular. Daha önceki kupalarda genelde sürpriz takımlar 3. olması maç öncesi Uruguay'ı favori gösteriyordu. Ahtapot Paul'un ne dediğini bilmiyorum ama Almanlar 2 kez geri düştükleri maçı çevirmesini bildiler.

Almanlar için bu 3.lüğün bir başka anlamı da 4. kez bu ünvanla yetinmek zorunda kalmaları. 1990'dan bu yana Dünya Kupalarında mutlu sona ulaşamayan Almanlar, 1996'dan bu yana da Avrupa Şampiyonasında mutlu sona ulaşamadılar. Bildik makine düzenindeki futbollarını revize edip içine "güzel oyun" sosları katan Almanlar için 2000'li yıllar pek başarılı sayılmaz. 20 yılda 1 kupa kazanmak bizim gibi ülkeler için bir başarı sayılırken bunu alışkanlık haline getirmiş futbol dünyasının süper güçleri için pek kabul edilebilir bir şey değil.

Bu maçın Uruguay için anlamı ise 1970'in rövanşı olmasıydı. 70 Meksika'da üçüncülüğü Almanlara kaptıran Uruguay için 40 yıl sonra gelen bir fırsattı bu.

Hollanda, Brezilya gibi takımlardan beklenen "güzel oyununu gönüllerin şampiyonluğu ile taçlandırılması" Almanya'da vücut buldu Afrika'da. Avustralya, İngiltere ve Arjantin'e 4 gol atmak yeterliydi gönüllerin şampiyonu olmak için.

7 maçta 16 gol atan Almanya büyük ihtimalle turnuvanın en çok gol atan takımı olacak. Hollanda'nın Almanya'yı yakalaması için İspanya'ya 4 gol atması, Almanları geçmek için ise 5 gol atması gerekiyor. İspanyollar için ise durum daha vahim. Finale kadar sadece 7 gol İspanyollar Almanları geride bırakacak kadar gol atarsa bu Dünya Kupası finallerinin en iyisi olacak demektir.

Bir turnuva takımı olan Almanlar yine yarı final gördü ve bu futbolsuz Dünya Kupasının romantik şampiyonu oldular. Fenerbahçe'den kovulan bir teknik adama güvenmenin cezasını(!) yarı final oynayarak ödedi Almanlar.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

"BlogFutbol" Radyospor'da..Pazartesi 20:00 - 22:00 107.2

Pazartesi akşamları yapılacak daha iyi bir işiniz yoksa, sizi BlogFutbol'a davet ediyoruz. Benim de dahil olduğum programda, Futbol blogları dünyasını ele alıyor, olayları, görmediklerinizi sizlere sunmaya çalışıyoruz.Her gün, spor basınına taş çıkartırcasına yüzlerce yazı yazılıyor bloglarda. Bu yazıları dinleyicilerle buluşturmak, farkındalık yaratmak ve bir nevi yazarı ödüllendirmek yaptığımız.

Olaylara farklı bakış açısı ve görünmeyenleri gören blogları her hafta sizlere getiriyoruz. Bu programı yapmamızda bize destek olan Sevgili Barış Ertül’e de, desteklerinden dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

İlk program olmasının adrenalin salgısında önemli bir yeri olsa da, Futbol Bloglarının gerisinde kalma korkusu da etkiledi bizleri.

pclionfc.blogspot.com ve anadoludanfutbol.blogspot.com konuklarımız oldu. Haftanın blog’u olarak seçtiğimiz pclionfc’nin yaratıcısı Uğur ile kısa bir bağlantı yaptık.

İlk haftanın hediyesi Simon Kuper'ın son kitabı "Futbolun Şifreleri’ydi. İlerleyen programlarda da, çeşitli sürpriz hediyeler vermeye devam edeceğiz.Her pazartesi 20:00 - 22:00 arası sizleri de 107,2 frekansına bekliyoruz. Blogunuz tanıtılsın istiyorsanız, blogunuzu tanıtan kısa bir yazı mail atabilirsiniz.

Göknur Karakurt, Erdem Soncul ve benim hazırlayıp, sunduğumuz programa katkılarınızı ve önerilerinizi, "şunu da mutlaka yapın" dediklerinizi bekliyoruz. Ve tabi ki eleştrilerinizi de bekliyoruz. Sizde, celalerdemsoncul@gmail.com ve akbas_kerem@hotmail.com adresine, hem blog tanıtımlarınızı, hem de görüş ve eleştrilerinizi gönderebilirsiniz.

Bu hafta Dünya Kupası’nı konuşacağız. En iyi onbir, turnuvanın ilginç öyküleri ile birlikte olucağız.

Pazartesi günleri 20-22 arasında 107,2 frekansıdayız, sizleri de bekliyoruz.