29 Haziran 2010 Salı

Avrupa Avrupa'ya Karşı...

2010 Dünya Kupası, son düzlüğe doğru hızlandı ve skor üretme konusunda daha cömert bir hal aldı. Ancak grup karşılaşmaları 1990 yılından beri maç başına en az gol olan turnuva olarak kayıtlara geçti. 1998 Fransa ile birlikte 32 takıma çıkan grup maçları içinde 101 gol ile en az gol atılan Dünya Kupası oldu 2010. Portekiz'in Kuzey Kore'ye attığı 7 gol olmasa belki de 100 gol barajı bile geçilemeyecekti. 48 maçta 2,10 gol ortalaması son 5 kupanın en düşük oranı.

Futbol severlerin bol gol ve şov beklentisi ile tv başına kuruldukları grup maçlarında bir kaç maç dışında beklentilerini karşılayamamalarının en önemli sebeplerinden birisi kıta Avrupası futbolunun neredeyse tüm takımlar tarafından uygulanmaya çalışılması.

Kıta Avrupası futbolu, dörtlü defansın önüne bir ya da iki çapa koyan, özellikle orta alanı ve kanatları rakip ataklarda defansın içine gömülen, yediğinden fazlasını atmaktan ziyade önce savunma güvenliğini ön plana çıkartan bir yapı. Bu yapı içinde yaratıcı oyuncuları eski "10 numara" yeri olan forvet arkası yerine kanatlarda görevlendiren bu yapı Şampiyonlar Ligi'ni alan İnter'in oyun yapısını andırıyor.
Futbol zihniyeti olarak izleyiciyi cezbetmesede, 1990'dan bu yana Dünya Kupalarında başarılı olan sistemin bu olduğu ortada. Bir kaç istisnası dışında Afrika'ya katılan 32 takımın neredeyse tamamı bu "kıta Avrupası futbolunu" oynadı. İspanya, biraz Arjantin ve Şili bu anlayışın biraz daha yumuşak halini oynuyor. İngiltere ise Ada futbolunun miadını doldurduğunu yine acı bir tecrübe ile öğrenmesine rağmen önümüzdeki kupanın en büyük favorisi olma özelleğini kaybetmedi.

Avrupa futbolunu, Avrupa dışı takımlar oynamaya başlayınca ortaya Avrupa takımları ile ilgili bir çok defo ortaya çıktı. Bu defoların başında 3. bölge denen hücum hattında yaratıcılık sorunları geliyor. İşin defansif kısmını tüm takımların aşağı yukarı iyi yaptıkları az gol ortalamasından belli oluyor. Fark yaratan şey hücum aksiyonlarında bireysel yeteneklerin skor üretmede sorumluluk aldıklarından, takımın geri kalanın ona yeterince yardımcı olması ve gole giden yolu bir şekilde açması oluyor.
Brezilya'nın 1994 yılından beri "Almanya"vari oyunu 16 yıldır istikrarlı bir çizgi gibi devam ediyor. Samba yapmayan sambacıların kazandığı 1994 Dünya Kupası 1970'ten beri kupa kaldıramayan takıma kupa kaldırtmıştı kaldırmasına ama en çok eleştriyi de Brezilya'lılardan almıştı Carlos Alberto. Aynı sistem ile Fenerbahçe'yi de şampiyon yapmıştı. Yıllar yılı "güzel oyun" diye sahneye çıkanların, Mehmet Demirkol'un tabiri ile "aldatılan güzel kaldın" olmaktan vazgeçti bu turnuvada pek çok takım. Hollanda'dan inanılmaz bir hücum futbolu bekleyenlerin hayal kırıklığına uğramasının sebebi de biraz sonuç odaklı futbolun ön plana alınması.

Brezilya'dan sonra bu dönüşümü tamamlayan Avrupa kıtası dışındaki temilciler oynadıkları zevksiz oyunla aldıkları puan arasındaki ters orantıyı keşfedince Avrupa temsilcilerini adeta kendi silahı ile vurdu.

1990 yılından bu yana yapılan 6 turnuvayı incelediğimizde ortaya Avrupa takımları için oldukça karamsar bir tablo çıkıyor. İtalya'daki kupada Avrupa takımları 13 takım ile temsil edildi ve 10 takım 2. tura yükselme başarısı gösterdi. Yeni Kıtada 1994 yılında yapılan kapılan kupada Avrupa kontenjanı yine 13 takımdı ve yine 10 takım 2. turdaki yerlerini aldı.
Zidane'ın kupası olan 94 Fransa'da 32 takımlı turnuva için Avrupa'ya ayrılan kontenjan 15 oldu ancak 2. tura yükselen takım sayısı önceki 2 kupa gibi yine 10 oldu. Dünya Kupalarının bekli de bizim için en güzeliydi 2002. Şenol Güneş yönetiminde 3. olan takımımızın katıldığı kupada 14 Avrupa takımından biriydik ve diğer 8 Avrupa takımı ile birlikte bir üst tura çıktık.

2006 Almanya istatistiklerin doğruluğuna gönderme yaparcasına ağırladığı 14 Avrupa takımının 10 tanesini yine 2. tura gönderdi. Aradan geçen 4 yıl Avrupa'nın kontenjanından 1 eksiktirken, 2. tura çıkan takım sayısında ise adeta rekor kırdırdı ve sadece 6 (altı) takım çeyrek final için mücadele etme şansını yakaladı. Bu %46'lık başarı oranı son beş turnuvanın en düşük oranı olmakla birlikte, son şampiyon İtalya, Beşiktaş'tan bile kötü yönetilen Fransa evlerine erken dönen favoriler olarak tarihe geçtiler.

İster Avrupa'nın çöküşü olarak değerlendirelim istersek kıta Avrupası futbolunun zaferi olarak, kesin olan birşey var ki fevri, disiplinsiz yıldızlarla maç kazanma devri yavaş yavaş sona eriyor. Almanya gibi bir makina içine serpiştirilmiş disiplinli bir Mesut'un neler yaptığı ortada. Mesut ya da o muadilde disiplinli ve takım ile birlikte hareket eden yaratıcı oyuncusu olmayan 7 Avrupa takımı çeyrek finale çıkma mücadelelerini evlerinde izledi.

Güney Amerika takımlarının Avrupa futbolu ile yoğrulmuş futbolcuları Avrupa'yı vurdu. Uzak Doğunun temsilcileri futbolcu ihracatının meyvelerini toplamaya başladı. Tek Afrika temsilcisi Gana, Afrikanın en Avrupayi takımı olduğu için çeyrek final oynama hakkı kazandı.

Yıl 2010, yer Güney Afrika. Avrupa Avrupa'ya karşı.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Avrupa Şampiyonası / Dünya Kupası Kolerasyonu Ve İspanya..

Hitler'in ilk ateşini yaktığı yangından geriye kalanları onarmak adına hem sosyal hem de fiziksel pek çok yeniden yapılanmaya giden Avrupa, sporun birleştiriciliğini de bu yenilenmede aktif olarak kullandı. Özellikle savaş öncesi Almanya'nın propaganda aracı olan spor ve futbol savaş sonrası yaraların sarılmasında melhem olarak görüldü.

1930 yılında başlayan Dünya Kupası'nın kıta versiyonu sayılabilecek Avrupa Futbol şampiyonası ilk olarak 1960 yılında Fransa'da düzenlendi. Türkiye'nin de katıldığı bu turnuva Avrupa'nın önemli bir markası haline geldi. İlk turnuvayı kazanan ise S.S.B.C. oldu.

4 yıl ara ile yapılan Şampiyona, iki Dünya Kupası arasına yerleştirildi ve kıtanın şampiyonları apoletleri ile birlikte iki yıl sonraki dünya kupasını beklemeye başladılar. Futbolun en güçlü olduğu yer olan Avrupa'nın şampiyonun, görece daha az futbol yetisi olan kıtaların takımlarına karşı hep favori olarak gösterildi. Avrupa'yı dize getirenlerin Dünya Kupasını kazanacakları öne sürüldü hep ama evdeki hesap genelde çarşıya uymadı.

Avrupa Şampiyonu olduktan sonra Dünya Kupasını kazanan sadece bir takım var. Almaya önce 1972'de Belçika'da düzenlenen finallerde ilk şampiyon S.S.C.B.'yi 3-0 ile geçip şampiyon oldu. Ardından iki sene sonra 1974'te ev sahibi Almanya bu kez finalde Hollanda ile karşılaştı ve 2-1 ile Dünya Kupasınıda kazandı.

Avrupa şampiyonlarının hemen ertesinde Dünya Kupası performanslarına baktığımızda en başarılı takımın Almanya olduğunu görüyoruz. Biraz önce bahsettiğimiz şampiyonluk serisinden sonra 1980 Avrupa Şampiyonasında şampiyon yine Almanya oldu. Belçika'yı 2-1 ile geçen Almanlar, iki sene sonra yine bir Dünya Kupası finalindeydi ve çifte kupaya yine çok yaklaşmışlardı ancak İtalya, Almanları 2-1 ile geçerek "Dünyanın en büyüğü" ünvanına sahip oldu dört sene için.

Şimdi gözler 2008'de oynadığı futbolla şampiyonluğu sonuna kadar hak eden İspanya'da. Avrupa'nın 2 büyüğü Fransa ve İtalya'nın erken eve dönüşlerinden sonra ilk maçında İsviçre'ye yenilen İspanya için grup maçları sonrası eve dönme olasılığı düşündürücüydü.

Şili'nin kötü bir hakem kararı ile 10 kişi kalması sonucunda İspanya 2. tur vizesi aldı. İlk turun hamlığını her maçta biraz daha atan İspanya için kupanın ucu biraz karanlık görünüyor. Torres ve Iniesta'nın turnuvaya formsuz başlamaları, grup maçlarında tulum çıkaran takımın oyuncularının çoğunun çok yorucu bir sezon geçirmeleri İspanyalların durağan ve beklenen kalibrenin altında oynamasına sebep oluyor.

David Villa şimdilik son iki maçta İspanya'yı kurtaran adam görüntüsünde. Turlar ilerledikçe ve futbolcuların artık sadece kazanmak zorunda olduğu maçlar başlayınca futbol karakteri de değişecek ve İspanyolların en büyük şansı oyuncularınan konsantrasyon kaybını yavaş yavaş bertaraf etmesi.

İspanyollar Güney Afrika'ya Avrupa Şampiyonu apoletine, Dünya Şampiyonu apoleti eklemek için geldi. Turnuva elemelerinde sürekli tüm maçlarını kazanıp katılma hakkı kazanan Avrupa Şampiyonasında bu şanssızlığını kırdı ve turnuva öncesi formunu turnuvada da sürdürdü. Şimdi sıra Almanya'nın rekorunu kırmaya geldi.

Avrupa takımlarının tel tel döküldüğü, Amerika kıtasının futbol kimliğinin ağır basmaya turnuvayı kazanmak için İspanya'nın önünde 4 maç var. Avrupa Şampiyonlarının Dünya Kupası başarısına baktığımızda İspanya'nın kupayı kazanma şansı %8, final oynama şansı ise %15 gibi. Tabi burda eşleşmelerinde çok büyük önemi var. Ama görünen o ki Avrupa'yı biri bu futbol utancından kurtaracaksa bu İspanya olacak gibi görünüyor.

24 Haziran 2010 Perşembe

Ve Yankee "Futbolu" Keşfetti. Ya da Biz Öyle Sanıyoruz..

Son saniyede atılan bir golün grup içi dengeleri bir anda değiştirdiğini daha önceki Dünya Kupalarında da görmüştük. Amerika, Donavan'ın son saniyede attığı gol ile Dünya Kupalarındaki 28. maçında 7. galibiyetini aldı, katıldığı 9. Dünya Kupasında.

Bizim için basketbol, Amerikan futbolu ve "biberlemek"ten ibaret olan Amerikan sporu için futbol ya da onların değimi ile "soccer" oldukça köklü bir geçmişe sahip. 4. kez Dünya Kupasında 2. tura çıkma başarısını gösteren ABD, Britanya dışında oynana ilk milli maçın taraflarından biri ayrıca. 1885 yılında New Jersey'de Kanada'ya 1-0 yenildi. Sonrasında ilk resmi milli maçını oynamak için 30 yıl bekleyen Birleşik Devletler'in rakibi 1916 yılında İsveç oldu.

Bu aşamadan sonra 1930 Dünya Kupasında ilk galibiyetini Belçika karşısında alan Birleşik Devletler ilk kupayı 3. olarak tamamladı.

Futbolun asla ilk 3 spordan biri olamayacağı açık. Superbowl finali Amerika'da 106 milyon 500 bin kişi tarafından izlenerek, Amerikan televizyon tarihinin en çok izlenen programı oldu. 308 milyon nüfuslu ülkede 3 kişiden biri tarafından seyredilmiş Superbowl. Ayrıca en çok reyting alan diğer sporlar içinde futbol yok.

Simon Kuper, Futbol Asla Sadece Futbol değildir kitabında Amerikan halkının 100 metre finalinde bile sıkıldığını, 90 dakika süren ve skor açısından oldukça kısır olan bu sporun asla 1. spor olmayacağını söylüyor.

Lebron James'in futbol hakkındaki bir beyanatı ise genel anlamda Amerika'lıların futbola nasıl baktığını özetler nitelikte, "Futbol maçı izleyeceğime, çimlerin büyümesini izlerim." Gerçi yapılan araştırmalar Lebron ile aynı fikirde olmayan ve her gün aktif olarak futbol oynayan 25 milyon kişi olduğunu söylüyor bize. Bu rakama futbol oynamayıp futbolu sevenler dahil değil. Son Avrupa Şampiyonu İspanya'nın 46 milyon olan nüfusu kadar İspanyol kökenli insan yaşıyor Birleşik Devletler'de.

İşte bu Birleşik Devletler 2009 Konfederasyon kupasında final oynadı ve öne geçtiği karşılaşmayı 2. yarıda yediği goller ile kaybetti. Asla bir futbol ülkesi olmayan ve asla bir futbol ülkesi olmayacak Amerika, futbolda bizlere farklı bir model sunuyor. Belki de futbol ülkesi olmamanın üzerlerinde baskı yaratmadığından, insanların onlardan fazla birşey beklememesinin avantajından bahsedilebilir ancak o zaman bu durumda olan tüm ülkelerin Amerika kadar başarılı olması gerekir. Ne tek başına nüfus, ne tekbaşına yetenek ve ne de tek başına sistem bu işin iyi sonuçlanacağı garantisini vermez.

Seveni kadar, sevmeyeni olan dünyanın gayrı resmi jandarması Amerika'nın futbol sahasında yaptıkları ile anlattıkları, silahla anlattıklarından çok daha etkili olacaktır.

Adu, Alexi Lalas, Tony Meola, Wynalda ilk akla gelen futbolcuları. 1994'te 2. turda Brezilya gibi oynayıp Brezilya'ya kaybettiklerinde 64 yıl sonra ilk kez bir 2. tur maçı yapmışlardı Dünya Kupasında. Şimdi yine 2. turdalar ve bir maçta istisnasız "mazlumu", güçsüzü tutan bizler Amerika'yı tutuyoruz, kibirli İngilizler yerine. İşte bu yüzden futbolu seviyoruz. Çünkü futbolda silahların gölgesinden, pariteden, petrol fiyatından, işgal edilmiş topraklardan gelmeyen bir güç sıralaması var ve Amerika'nın belki de "mazlum" olduğu tek yer futbol sahası.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Dünya Kupası'nın Marka Değeri

Dünyanın en iyi ulusal futbol takımlarının Roma Arenasındakine benzer dövüşleri dört yılda bir tüm futbol severleri heyecanla ekran başına topluyor. Yayın saatlerinin el verdiği ölçüde izlenen maçlarla yapılan çıkarımlar Brezilya - Fil Dişi Sahilleri maçı ile doruk noktasına ulaştı. Maçın ilk yarısında Ömer Üründül'ün "Fifa'nın üstüne titrediği" sıfatını layık gördüğü hakem Stephane Lannoy Dünya Kupası'nın marka değerini yerle bir etti.

Dünya Kupası adı üstüne dünyanın en büyük organizasyonu. Hiç bir maçın neredeyse telefisi yok ve grup maçlarındaki tek bir gol belki de tüm puan tablosunu değiştirecek. Böylesi hassas dengelerin üstüne bina edilmiş bir turnuvada bir maç içinde bunca bariz hata oluyorsa, ben artık ülkemizde hiç bir hakemi eleştirmem.

Luis Fabiano'nun 2. golünde 2 kez elle müdahale etmesini 2 hakem gözden kaçırınca diyeti Kaka ödedi. Keita hakkında birşey söylemeye gerek var mı bilmiyorum? İbrahim Kaş, Bilica ve Keita futbolcu sıfatına sahip ama nedense futbolun "fair" kısmını es geçtiklerini hepimiz biliyoruz. Platform ne olursa olsun futbolcu öğrendiği oyunu oynar. Eminim ki Alex, Brezilya kumsallarında da bu centilmenlikle oynuyordu, Cüneyt Tanman 5 yaşındaken de beyefendiydi, Şifo Mehmet'i arkadaşları hiç mızıkçı diye itham etmemişti.
Futbolun her platformda hataya dayalı bir oyun. Hatanın olmadığı, herkesin herşeyi doğru yaptığı yerde maçların neredeyse tamamı 0-0 biter. Rakibi hataya zorlayan, rakibin hatasını avantaja çeviren futbol yapısı içinde karar verici olan hakemi hataya zorlamak ise marka değeri açısından olumsuz bir durum. Futbolu seyredilir kılan şey en güçlü ile en zayıfın herşeyiyle eşit olarak maça başlaması. Hakem de bu eşitliğin bekçisi. Ama bekçiyi yanıltmak, futbolu ve futbol severi yanıltmaktan başka birşey değil.

18 Haziran 2010 Cuma

Bu Yazıda Sanal Reklam Uygulaması Yapılmaktadır..

29 yıllık profosyonel aile yaşamıma 26 sene önce katılan kardeşimin blogundan bir başlık apardım. Kendisi çeviri konusunda gün be gün aşama kaydediyor. Son çevirdiği kitap hakkında bir kaç kelam etmiş.

Sözü ona bırakıyorum.

***

Biraz da reklam yapalım. Sabahlara kadar uğraşıyorum canım, o kadar basıyoruz klavyenin tuşlarına. Bir kez de reklamımızı yapmak için basalım.

Ürünümüz şu:
Arka kapağında yer alan bilgiler ise şöyle:

– Amerika neden uluslar arası futbolda baskın değildir… Ve nasıl hâkim hale gelebilir?
– Yer yüzündeki en iyi futbol ülkesi hangisidir?
– En tutkulu taraftar kimindir?
– Futbolun intihar oranlarına etkisi nedir?
– Hangi spor dünyada hâkimiyet sağlayacak? NFL mi, İngiliz Premier Ligi mi?
– Futbol kulülerini yönetenler neden bu kadar ahmak?

Bunlar futbol taraftarlarının sorduğu sorulardan bazıları. Futbolun Şifreleri bu sorulara cevap veriyor. Bir ekonomistin beyni ve bir spor yazarının becerisiyle yazılan bu kitap gündelik futbol meseleleri için güçlü analitik araçlar kullanıyor, eldeki verilere her yönden bakıyor, dünyanın en sevilen oyunu hakkındaki mantığa aykırı gerçekleri gözler önüne seriyor. Bunlar üst üste konduğunda futbola bakışı devrimsel bir biçimde değiştiriyor. Bu oyunun uluslar arası oynanma biçimini bile etkileyebilir.

“Olağanüstü. Futbolun Freakonomics’i.” -- The Guardian

“Bu kitap sadece matematiksel analizlerin toplandığı bir kitap değil. İddiaları oldukça iyi savunulmuş. Szymanski işini iyi bilen bir ekonomist ve Kuper da doğuştan muhalif. Klişelere gelemiyor. Ayrıca önceden bilinmeyen değerli, şahane hikâyeler içeriyor. Mesela 2002’de Brezilya’nın bir eli sakat kaleciyle nasıl Dünya Kupası’nı kazandığı ya da Manchester United’ın 2008 Şampiyonlar Ligi finalinde Chelsea’yi nasıl yendiği gibi.” -- Financial Times

***

Bu kadarını zaten herhangi bir kitap sitesinde de bulursunuz. (Ben de oralardan aldım zaten. Oturup tek tek yazacak mıyım bir de?) Madem giriştik reklam işine, ucunu da çok kaçırmadan şurdakilerden biraz fazlasını vermek gerek.

Devamı için buraya tıklayabilirsiniz.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Lig Tv, Sinan Engin ve Türk Futbolunun Marka Değeri

Türkiye, dünyadaki pek çok rutini reddeden bir ülke. Dünyada kanıtlanmış olmasına rağmen ülkemize tezahürü henüz gerçekleşmeyen pek çok şey var. Sadece bize özgü sandığımız bir şeyi de Lig Tv reddetmeye başladı. Gelişme midir yoksa geriye gitme mi kararı sizin.

"Parayı veren düdüğü çalar" demişler vakt-i zamanında ve asırları aşıp bir klişe olmuş. Klişe olmasının ne büyük nedeni ise doğru olması. Yayın ihalesinde Digitürk'ün döktüğü parayı görünce, bunca parayı verdikten sonra düdük değil borozan öttürür sandığımız Lig Tv "futbol kalitesi" adına bir takım kararlara imza attı ve Türk Futbolunun kalitesinin önündeki en büyük engel olan(!) Erman Toroğlu ile yollarını ayırdı. Bu hamleden sonra Türk futbolu akıl almaz bir hızla gelişme göstermeye başladı. Takımlar maç başına ortalama 1000 isabetli pasa ulaştı. Ve eminim ki federasyon yakında 6+2+2 kararının şaka olduğunu açıklayarak yönetimleri yanlış transfere yönlendiren politikasından bir an önce vazgeçecektir.

Lig Tv parayı verdi, vuvuzelayı çalacak derken, kulüplerin ve federasyonun emir eri gibi davranmaya başladı. 2 spikerli maç dışında bir değişiklik göremedik ancak yeni sezonda hepimiz umutluyuz LigTV'den. 9 maçın tamamı canlı yayınlanacak. Ama bir abone en fazla 4 maçı izleyebilecek. Burada izleyice sunulan sadece 1 maçlık opsiyon. Abone formuna 3 büyük takım dışında bir takım adı yazılacak ve izleyici 3 büyüklerin haricinde seçtiği takımı izleyecek.

Ve asıl bomba geliyor işte. Bildiğiniz üzere B paketi ihalesini Trt aldı. B paketi 3 dakikalık haber amaçlı görüntü ve uzun özet anlamına geliyor. Yani maç görüntüleri, pozisyonlar, ileri geri oynatmalar. Asıl sıkıntı da burada başlıyor. Yayıncı kuruluş maçın bitiminden itibaren 45 dakika bu görüntüleri kullanma hakkına sahip. 46. dakikada haklar Trt'ye geçiyor ve üzerinden 1,5 gün geçmeden yayınlanması yasak. Yani pazar akşamı saat 21 de biten bir maçın özet görüntüleri ve görüntü üzerine yorumlar için salı gününü beklemek gerekiyor.

Asıl konudan uzaklaştım sanırım. Bildiğiniz üzere Erman Hoca sonrası Lig Tv'de program yapmayan Şansal Büyüka, ekranlara yeni partneri ile dönüyor. Bu yeni partner, Beşiktaş adını kullanarak bir mafya babasını yurt dışına kaçırma olayına adı karışan, Ertuğrul Sağlam'ın, Tigana'nın başını yiyen Sinan Engin.
Şimdi soruyorum, Türk Futbolu'nun kalitesini Sinan Engin mi yükseltecek? Eğer Sinan Engin'i siz seçmediyseniz, bir yerden dayatıldıysa nerede kaldı ilkeli yayıncılık?

Neyse Dünya Kupasına odaklanalım en iyisi..

11 Haziran 2010 Cuma

Bir Kızı Bin Kişi İster, Fenerbahçe Alır..

Taksim'in hemen girişindeki sanat galerisinde "Only a Game" sergisindeki yarışmaya katılanlar için öğrenilen en yararlı bilgi UEFA'ya mensup ülke sayısı. Arkadaşımla yaptığımız yarışmada tek farklı cevap verdiğimiz soru buydu.

Fenerbahçe'nin, Galatasaray taksit pazarlığındayken bitirdiği Chelsea'li Stoch transferi internete düştüğünde aklıma geldi UEFA'ya mesup ülke sayısı. 53 UEFA üyesi ülkenin 10 tanesini liginin olmaması vs. sebeple çıkartalım. 43 ülkenin sadece 1. liglerinde ortalama 16-17 takım olduğunu varsayarsak 731 kulüp eder. Bu 731 kulübün de ortalama 25 futbolcusu olduğunu var sayarsak eder 18.275 futbolcu. Bunlardan 1000 tanesinin ülkemiz takımlarını çeşitli sebeplerle hiç bir şekilde gelmeyeceğini düşünürsek geriye kalır 17.000 potansiyel transfer hedefi. Buna Güney Amerika, Asya ve Afikayı eklediğimizde sayının en az 2 çıkması gayet olağan.

Burada aklıma takılan soru, bunca futbolcu içinde yıllardır 3 büyüklerin aynı futbolculara talip olması. Stoch'tan önce Kuranyi de haberlerde 3 büyük takım ile birlikte anıldı. Stoch özelinde 21 yaşında Dünya Kupasında oynayacak, Hollanda şampiyonu Twente'ye Chelsea'den kiralanmış bir futbolcuyu Dünya Kupası öncesi transfer etmek oldukça önemli bir başarıdır.

Bu başarının altında yatanın iş bilir futbol yöneticilerin takipçiliği ve geleceği gören, vizyon sahibi yaklaşımları mı yoksa menajerlerin İstanbul'a ellerinde bir liste ile gelip tüm kulüpleri tek tek ziyaret etmesi mi? Vizyon sahibi yönetciler cevabını haykırmak isterdim ancak son 5 sezonda 3 büyüklerin fiyasko yabancı transferlerinden bir takım yapılır. Maldonado'yu, Josico'yu transfer eden zihniyetin Stoch'u transfer etmesinde etken mutlaka ki menajerlerdi. Beşiktaş'ın 2 sezonda Gordon S, Sivok, Zapo, Ferrari transferlerini yapması kesmece transfer yapıldığının bir başka kanıtı.

Hep söylenir Bayern'in üst yönetiminin tamamının eski futbolculardan oluştuğu. Platini'yi UEFA başkanı olmadan tanıyanların sayısı UEFA başkanı olduktan tanıyanlardan az değildir. Futbolu yönetmek için futbola özel spesifik durumların gelişini önceden görmek sizi mütahit kulüp yöneticilerinin bir adım önüne çıkartacaktır.

Ülkemizde bu yok diyemeyiz. Saffet Sancaklı'nın başarısız İstanbulspor denemesi buna bir örnekti. Menajerler yardımıyla transfer yapmak, araştırmamak, soruşturmamak, rakibe sahada değil transfer marketinde gol atmayı istemek, Figo'yu izlemeye gitmek bize özgü şeyler. İthal makamlar oluşturmak, şakşofelli isimler vermek, yaldızlı bir koltuk hazırlayıp oraya oturttuğunuz kişiyi orada unutmakta bize özgü bir durum.

Bir futbolcuyu Türkiye'de 4 kulüp ister Fenerbahçe alır. Bir futbolcuyu bir menajer pazarlar, 4 kulüp ister.

10 Haziran 2010 Perşembe

South Africa 2010 - E/F ve G/H Grupları Skor Tahminleri

Kupanın ilk düdüğü çalmadan çalışmanın tamamını sizlerle paylaşmak istedim. Skorların bazıları abuk ama ne kadar gerçekçi hep birlikte göreceğiz.
E grubunda favori Hollanda turu zorlanmadan geçecek görüşünde birleşmiş görünüyor herkes. Üst turlara yapılacak yolculukta 2.lik kontenjanına ise Kamerun layık görülmüş. Hollanda'nın en az yarı final oynayağını düşünenlerdenim ancak Robben'in durumuna bağlı birazda bu. Futbolunun zirvesinde olan Robben bu sezonu kupa ile taçlandırmak isteyecektir.
Kamerun ise bireysek yeteneklerini takım potası içerisinde eritebilirse İtalya 90'dan ileri gidebilir.


Brezilya ve Portekiz çekişmesine sahne olacağını düşünülen grupta Drogba'nın 5 kaplan gücündeki şutları Fildişi Sahillerini bir yere getirebilirdi ancak belki de kendileri için en zor gruba düştüler. Maicon, Brezilya'nın gizli kahramanı olabilir.

Portekiz ise bildiğimiz Portekiz. Rui Costa'lı, Nuno Gomez'li kadrosu kadar kalbimi çalmasa da Ronaldo'lu bu kadrosu kadar popüler olmamıştı hiç. Bakalım Ronaldo, güney yarım kürede Barnebau'daki gibi top koşturabilecek mi?
H grubunun Avrupalıları favori pozisyonda. Grup elemelerinde fırtına estiren, turnuvada ise sonuna gidemeyen İspanyollar 2008'de buna son vermişti. Turnuvanın favorilerinden İspanya'nın turnuvaya en hazır takım olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.

Dünya Kupası Fikstürü Her Bilgisayara Lazım..

Az kaldı evet. Yıldızlar yok. Biz yokuz, zaten benim gibi 5 Dünyası izlemiş ve 6. için sıradaysanız bizim olmadığımız dünya kupalarına alışık olmalısınız. Ama son 2 kupayı teğet geçmek, İsviçre maçlarını hatırlamak acı verici.

Bu sene yine herhalde 10-15 takımı destekleyeceğim. Desteklemeyeceklerimi saymak daha kolay aslında. Fransa, Brezilya, İtalya ve Almanya desteklemediğim takımlar.

Ekteki excel dosyasına skorları girdikçe, puan tablosu ve eşleşmeler otomatik olarak geliyor. Böylece Mustafa Denizli gibi sanal maçlar oynaya bilirsiniz, ya da PlayStation'da turnuvalar düzenleyebilirsiniz. Dosyanın boyutu 300kb civarında. Bilgisayarınızda bulunmasında fayda var. Buradan indirebilirsiniz.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Futbolun Şifreleri 'Simon Kuper & Stefan Szymanski' Raflarda



Futbol Asla Futbol Değildir'i dillerimize pelesenk eden Simon Kuper'ın Stefan Szymanski ile birlikte yazdığı orjinal adı "Soccernomics" olan kitabı raflardaki yerini aldı.

Çevirisini Elif Nihan Akbaş'ın, editörlüğünü Ali Ece'nin yaptığı "Futbolun Şifreleri" kitabının başında benim de kendisiyle yaptığım röportaj yer aldı. (Soyadım yanlış yazılmış bu arada.)

Kitabın tanıtımına ve sipariş ekranına buradan ulaşabilirsiniz. Futbol kültürüne çok fazla katkı sağlayacak kitabın mottosu "Futbol hakkında doğru bildiklerinizi yeniden gözden geçirmeye hazır mısınız?"

Kitapla ilgili biraz ipucu verelim...

Eşsiz bir Boğaz manzarasında bir ekonomist ve bir futbol yazarı bir araya gelip, futbolun saha dışı etkilerini, basit verileri ve bilindik klişelerin doğruluğunu araştırmaya karar verdiğinde,pek çok doğrunun aslında yanlış olduğunu ortaya bu kadar net ve yalın koyulabileceğini kimse tahmin edemezdi.

Futbolun Şifreleri, oldukça basit ve doğru görünen geleneksel futbol kanunlarının aslında o kadar da doğru ve basit olmadığını anlatıyor bize.

Transfer konusu ele alınırken, kulüplerin tercihlerinde popüler cazibenin çekim alanına kapılmalarını “Erkekler Sarışın Sever” başlığı altında veren kitap, genelden özele transfer yanlışlarını sıralıyor ve bir futbolcuyu takımdan göndermek için takıma katmak uğruna ödediğinden fazla bir maliyete katlanmak zorunda kalan kulüplerimizin nasıl bu noktaya geldiğini oldukça anlaşılır kılıyor. Ayrıca kulüplerin futbolcuları “alma” ve “satma” hakkına sahip olup olmadıklarını sorgulayarak da futbolun sosyal yaşam alanını inceliyor.

Irkçılıktan, taraftar kimliğine, penaltılardan, göçün futbol kültürüne etkilerine kadar pek çok konuda yeni ufuklar açıyor.

Bursaspor nasıl şampiyon oldu? İngilizler neden Dünya Kupasını neden kazanamayacaklar? Euro 2016’yı bir oyla Fransa’ya kaptırmak neden Türkiye için hayırlı?

Hepsinin cevabı için “Futbolun Şifreleri”.

South Africa 2010 - C ve D Grupları Skor Tahminleri

C GRUBU

Dün A ve B grubunu değerlendirmiştik, şimdi sırada C Grubu var. 1966'dan beri ilk kez kupaya bu kadar favori gelen İngiltere'nin yer aldığı grupta ilk sakatlık haberi Rio Ferdinand'tan geldi.


Grubun 2. favori takımı ise bence ABD. Avrupa şampiyonu İspanya'dan fazla İspanyol'un futbol oynadığı bir ülke Amerika. Potansiyeli keşfetmek konusunda geçmiş tecrübelerini hatırladığımız ABD bundan yaklaşık bir sene önce yine Güney Amerika'da Konfederasyon Kupası finali oynamıştı. Bakalım Sonuç ne olacak.



Yaptığımız skor tahminleri ise aşağıda. Bakalım bu sonuçlar gerçeğe ne kadar uygun olacak?


D Grubu

Grubun favorisi Almanya'nın kadrosunda bulunan Mesut Özil'in performansı takımın ilerki turlarda ne yapıp ne yapamayacağını belirleyecek gibi görünüyor. Yaratı özellikleri ile koyduğu fark takımı ileri taşıdıkça aklımızın bir köşesinden bu futbolcuyu Türk Milli Takımına kazandıramayanlar gelecektir muhakkak.



Yugoslavya'nın dağılmasından sonra 2006 Dünya Kupası'na Sırbistan-Karadağ olarak katılan ülke, bu kez tek başına yer alacak Güney Afrikada. Ülke bu hızlı bölünmeye devam ederse belki de 2014'te Belgrad adı ile katılır. Sırbistan adı ile Dünya Kupası'na ilk kez katılacak olan Sırplar, bu turnavaya belki de en çok renk katacak kadro yapısına sahip.



Galatasaray ve Fenerbahçe formaları giymiş oyuncular ise Gana ve Avusturalya için ter dökecekler. Eski Fenerbahçeli Appiah, Gana'nın kaptanlığını üstlenirken, Kewell ve Neill turnuvada Galatasaray formasını çıkartıp Avusturalya için mücadele edecekler.
Tahmini skolar sonrası 2. tura kalacak takımlar Almanya ve Sırbistan olacak.

Yarın E ve F grupları..

8 Haziran 2010 Salı

South Africa 2010 - A ve B Grupları Skor Tahminleri

Dünya kupası tüm hızıyla yaklaşıyor ve bu ülkede yaşayasan her futbolsever gibi buruk bir heyecan içimizi kaplıyor. Birden fazla favorisi olan kupa daha başlamadan yıldız oyuncuların birer birer sakatlanması izleyicilerin turnuvadan beklentilerini azaltsada Dünya Kupası her zaman Dünya Kupasıdır.

Öncelikle belirtmeliyim ki bu skor tahminleri tamamıyla bendenizin tahminleri olmayıp bir dizi işlem sonunda ortaya çıkmıştır. Bu skor tahmin yöneteminin en büyük belirleyicisi Simon Kuper'ın çok yakında çıkacak "Futbolun Şifreleri" kitabında da söz edilen "kitlelerin erdemi"dir. Kitlelerin erdemi kısaca dağınık bir kalabalığın birbirinden bağımsız görüşlerinin ortalamada en doğru sonucu vereceğine dayanan bir yöntem.

Dünya Kupası programının belirlenmesi ile birlikte yaklaşık 100 kişiden alınan skor tahminleri ve takımların birbirleri ile oynadıkları önceki karşılamalardan bir frekans seçilerek skorlar oluşturuldu. Şimdi sıra geldi bu skorları paylaşmaya. Ancak unutulmaması gereken şey bir futbolcunun maça etkisinin zaman zaman %100'e yakın etki etmesi. Yağmur, çamur, rüzgar ne getirir ne götürür tabi ki bilinmez ancak bu skorlar da az çok bir fikir verebilir iddaacılara.

Önce A Grubu ile başlayalım.

1- Güney Afrika
2- Uruguay

3- Fransa

4- Meksika


Birbirine yakın 3 takım ve Fransa'dan oluşan grupta maçlar ve skor tahminleri ise şekilde;

Skorlar birbirine yakın olduğu için 2. takımı averaj belirleyecek gibi görünüyor. Bu skorlar sonrasında Meksika 2. olarak yoluna devam ederken Güney Afrika ilk turda kupaya veda ediyor. Bu pek gerçekleşmeyecek bir durum gibi görünüyor ama sonucu görmek için biraz daha beklemek gerekiyor.
Sırada B Grubu var.

1- Arjantin
2- Nijerya
3- Güney Kore
4- Yunanistan

Amerika 94'te D Grubunda Güney Kore yerine Bulgaristan yer alıyordu. Aradan geçen 16 sonrasında yine Arjantin grubun favorisi. 94 Dünya Kupası Maradona'nın düşüşü olmuştu. Bakalım bu kupanın yıldızı olmayı başarabilecek mi Maradona? Tahmniler ve oluşan puan tablosu ekte.
Oluşan skorlar ve puan tablosu 2 puanlı 3 takımı birbiri ardına sıraladı.

C ve D grupları yarın. Görüşmek üzere.

6 Haziran 2010 Pazar

Beşiktaş'ın Futbol Aklı

Mustafa Denizli ile Beşiktaş'ın geç keşisen yolları, 62 hafta sonunda bir çok soru işaretinin gölgesinden ayrıldı. Gelişi Beşiktaş'a ne getirdiyse, gidişi de Beşiktaş pek çok götürdü Denizli'nin. Gidenin aslında bir teknik direktörden ziyade "futbol aklı" olduğunu bilmeliyiz.

Beşiktaş ile 2 kupa kaldıran Denizli'nin ilk demeçlerinden biri hatırlanacağı gibi yorgunlu ve Çeşme üzerineydi. Ancak şampiyon olmuş bir hocayı kongreye 6 ay kala bırakmak Demirören muhaliflerine eşsiz bir koz verecekti. Ki şimdiye kadar verilen kozları üst üste koyduğunuzda Demirören'in kulüp üyeliğinin bile hala askıya alınmaması başka bir ironi başlıbaşına.

Denizli'nini gelişi ile Beşiktaş'ta değişen ilk şey istikrarsız sonuçlar oldu. Şampiyonluk baskını kaldıramayacağı iyice anlaşılan Ertuğrul Sağlam'ın namağlup bıraktığı takım ilk yarı sonunda liderin oldukça gerisinde olmasına karşın "şampiyonluk" sözcüğünü Mustafa Denizli'den başka hiç bir teknik adam basın demeçlerinde kullanamazdı.

Sürekli konuşan yöneticileri frenlemesi, her söyleminde futbol bilgi ve zekasını ön plana çıkartıp takıma kalkan olması sonucunda taraftarın özlediği, Demirören'in kellesini kurtaran, futbolcuların pazarlıkta ücret artışı için kullanacağı şampiyonluğu kucakladı. Bu süre içinde Beşiktaş adeta bir Avrupa kulübü gibi Denizli'nin sevk ve idaresinde, yönetimden soyut ve bağımsız bir şekilde ilişkilerini kurdu. Görevini başarı ile tamamlayan Denizli'nin hayallerini süsleyen Çeşme artık çok yakındı.

Demirören'in baskısı ve verdiği sözler ile Denizli'yi en azından kongreye kadar takımın başında tutma isteği ile Denizli'nin daha ilk maçta belli olan isteksizliği bir araya gelince Beşiktaş sezona oldukça kötü başladı. Delgado'nun etkisiz eleman olduğu yerden Tabata 8 milyonluk maliyeti ile yutan eleman oldu.

Denizli maçında yaşananlar ve Demirören yönetiminin aklınca taraftara ayar verdiği maç sonrası takımı yine toparlayan Denizli'ydi. Bu süre zarfında kulüp kongre sath-ı maile iyice girdi.

Demirören başkanlığındaki Beşiktaş'ın yerlide 3. toplamda 6. teknik adamı Denizli bir seçim malzemesi olarak kullanıldı. Normal bir Yıldırım Demirören ilk yarıda Denizli ile sözleşmeyi fesh eder ertesi gün Mehmet Özdilek ile sözleşme imzalardı.

Kongre sonrası yönetime yeni giren isimlerin adlarını parlatmak adına yaptığı çıkışlar, takımda 11 yabancı oyuncu bulunması, futbolcuların paralarının alaması, ufukta transferin kağıt üzerinde zor görünmesi Mustafa Denizli'nin hevesini kaçırdı. Bir önceki sezon hem çifte kupa almış hem de 3 büyük takımı şampiyon yapmış Denizli'nin Beşiktaş'taki misyonu tamamlandı.

Denizli birbirinden farklı 3 yöneticinin birinden farklı 3 demeci ile Beşiktaş'tan ayrıldı. Oynattığı futbol Demirören zamanın en kısır futbolllarından biriydi. Batuhan'ı gönderdi ardından kendi ayrıldı. Tabata kulübeye mahkum kaldı. Tribündeki taraftar verdiği paranın karşılığını bir iki maç dışında alamadı.

Tüm bu olumsuzlar içinde ayrılan hocanın adı Mustafa Denizli olmasaydı kimsenin içi burak olmazdı. Hem sağlık sorunları hem de Beşiktaş'ın futbol aklı olması nedeniyle bu gidiş Beşiktaş'ta bir süre kaosa neden olacak.

Futboldan anlamayan futbol yöneticilerinin demeçlerine mahkum olacağız Denizli'nin ardından. Giden ne Denizli'dir ne de Demirören'in can simididir. Giden Beşiktaş'ın futbol aklıdır.

1 Haziran 2010 Salı

6 Kaval Üstü Şeşhane | TFF'den Türk Futboluna Dinamit

Soğuk bir günün akşamında, kanepeye uzanmış Beşiktaş'ın 3 puan alacağını düşündüğüm maçı izliyordum. O anda benimle birlikte maçı takip edenlerin neredeyse hepsi benimle aynı fikirdeydi sanırım. Ne olduysa o 3 dakikada oldu. Önce Ergiç attı Beşiktaş'ın 3 puanından 2 çalıp, 1'ini kendine aldı. Sonra sahneye Zapo çıktı. Top Ozan İpek'in sol ayağı ile vedalaştığında Zapo'nun sarı saçlarına uğrayıp Beşiktaş kalesine "Merhaba" dedi. Futbol Federasyonu 6+2+2 kararını geçen sene alsaydı belki o son gol olmayacak ve Fenerbahçelerin "şampiyonluk tatbikatı" gerçek olacaktı. Zapo'da son maçta Beşiktaş formasıyla sahada olurdu belki de.

***

Futbolu ofsaytın ne olduğunu bilerek izlmeye başladığımda federasyonun takımlara tanıdığı yabancı sınırı sadece 3'tü. Bosman kuralı ve Avrupa Birliğinde serbest dolaşımın kabulu ile futbolun temelinde fay hatları yerinden oynadı. Bu sezonun şampiyonlar ligi kupası bir tek İtalyanı olmayan bir İtalyan takımının ellerinden müzedeki yerine gitti. Bu değişimin dinamo etkileri çok geçmeden ülkemizede ulaştı. Kapalı ekonomilerin kendilerinin yazıp kendilerinin oynadığı dönemlerden sonra aynı yazan/yönetenlerin futbolda da barınması imkansızlaştı. Dünyanın en global oyunun başkenti Avrupa'nın bu kararından etkilenmemek tabi ki imkansızdı.
Federasyonlar Türkiye'de bu konuda genelde dolambaçlı formülleri tercih ettiler. Bu sarmal Fenerbahçe'nin başındayken Mustafa Denizli'nin ayağına dolanmış, fazla yabancı oyuncu oynattığı için hükmen mağlup sayılmıştı. Alengirli işleri seven seven federasyon son olarak Barosso ve Maldonado transferleri için yabancı sınırlamasını 6+2 yapmıştı. Bunun ne kadar yerinde bir karar olduğunu ise Barosso ve Maldonado oynadıkları futbolla tüm 6+2 karşıtlarına gösterdi kulübeden.


Federasyon Euro 2016'nın acısı henüz dinmemişken kanayan yaraya 2 parmak tuz bastı ve yabancı futbolcu sınırını 3 kademeye çıkarttı. 6+2+2= Kaos
Bu karar Quarezma'yı almak için en az 3 yabancı futbolcusunu göndermesi gereken Beşiktaş yönetimi tarafından mı aldı sorusu geliyor akıllara. Nitelik ve nicelik arasında sıkışmış bir futbol yapısının kararlarını sayılar üzerinden alması aslında garipsenmemesi gereken bir durum. Başbakana mektup yazan bir Vassell gerçeği var bu ülkede. Giderken, geldiği gün yapılan karşılama muhakkak gelmiştir Vassell'in aklına. Gelmek ve gitmek arasında bu kadar uçurum var işte. Sadece taraftar karşılamaları değil göndermek için ödediğiniz para bazen almak için ödediğinizin bile üstüne çıkabiliyor. Sayıların sadeliğinden böylesine bir karmaşa yaratılmak herkese nasip olmaz.
Yıllardır az çok Championship Manager oynayan herkes İngilteredeki yabancı kısıtlamasını Türkiye'de görmek ister. Çünkü mesela nicelikte olduğu kadar niteliktedir de. Kulüpler yerli oyuncuların aşırı pahalı olduğundan yakınırken bu pahalılığı kendilerinin yarattığını görmezden geliyorlar. Arz talep dengesinin kesiştiği nokta Türkiye'de eşiğin ve emsallerinin üstünde bir yerde. "Bir Türk dünyaya bedel" olmadı belki ama Mehmet Topuz, Saviola'ya, İsmail Köybaşı nice dünya yıldızlarına denk oldu. Şark zihniyetinin üstüne giydiğimiz medeni kıyafetlerle futbolcu almak için milyonlarca dolar döken Arap ve Rus kulüp sahiplerini görgüsüzlükle suçlamak biraz garip değil mi?
Yerli fiyatına, 3 yabancı kampanyasını sonuna kadar kullanmaktan çekinmeyen kulüplerimiz de sezon sonu "eskiyi getir, yeniyi götür" kampanyası olmadığı için "eskisini" atmak ya da zararına elden çıkarmak zorunda kalıyor. Çünkü takımın o sezonki 3. teknik direktörü kendi transfer yapmak istiyor.
Sezona 8 yabancı ile başlayan Fenerbahçe'de bu 8 futbolcudan altısı 20 maçın üstünde görev almış. + kontenjanında olan Deivid 13, ilk yarı sonunda takımdan ayrılan R. Carlos ise 11 maçta görev yapmış. Bu açıdan bakıldığında 6+2 kuralının hakkını verdiğini görüyoruz Fenerbahçe'nin.
Galatasaray'da ise Keita, Leo Franco ve Elano haricinde 20 maç sınırını geçen yabancı oyuncu yok. Onlara en çok yaklaşabilen yabancı oyuncular ise 17 maç oynayan sakat Kewell ve sakat Baros. Bu iki futbolcuyu da eklediğimizde 5 oyuncu ediyor ve değil 6+2, 6 bile etmiyor. Ses getiren transfer politikasına rağmen bu ses enerjisinden verimli yararlanamayan bir takım profili çiziyor Galatasaray.
Colman, Alanzinho, Gabriç ve Cale ile 20 maçtan fazla oynayan Trabzonspor'un en büyük handikapı Kolombiya'lı TeoFilo'dan hiç yararlanamaması oldu. Song ve Sylla'da zaman zaman kendilerine takımda yer buldular.
Beşiktaş'a geçmeden önce hatırlatmak isterim ki Beşiktaş'ın kiralık giden 2, lisansı dondurulmuş 1 futbolcusu var 6+2 dışında.

Beşiktaş'taki en ilginç nokta, en çok forma giyen yerli oyuncu olan Rüştü'den daha fazla forma şansı bulan 5 futbolcunun da yabancı olması. Sivok, Fink, Bobo, Ernst ve Tello sırasıyla Beşiktaş'ın en fazla forma bulan oyuncuları. Bu oyunculara 23 maç forma giyen Ferrari'yi de eklediğimizde Beşiktaş 6'lısını bulmuş gibi görünüyor. Holosko ve Tabata ise diğer takımların +2 kontenjanındaki futbolculardan daha kaliteli durmasına rağmen ölü yatırım olarak kulübede oturuyorlar.

Velhasılı kelam Dünya Kupası havasına girmeye hazırlandığımız şu günlerde saçma sapan formüllerle kulüpleri tatmin etmeye çalışmaktansa hiç bişey yapmasalar da bizde rahat rahat Dünya Kupasını izlesek.